#newnavbar ul li{font-size:100%; list-style-type: none; display:inline; padding:0px; margin:10px; border:0px solid; } #newnavbar li a{ color:#333366; } #newnavbar li a:visited { color: #c00000; } #newnavbar li a:hover { color: #c00000; }

Günün Sözü

8 Haziran 2015 Pazartesi

STOCKHOLM SENDROMUMUZ


 
Stockholm Sendromu
Stockholm Sendromu

Milletçe, nerede bir sendrom, bir travmatik durum, bir anomali varsa, onu yaşamak gibi tuhaf bir alışkanlığımız var.

Bugün 8 Haziran 2015 ve sanırım bu yazıyı yazmak için bundan daha doğru bir tarih olamaz, çünkü anlaşılıyor ki, ciddi bir Stockholm Sendromu problemimiz var.






Zaten çoğunuz olaya hakimsinizdir.
Herhangi bir fikri olmayanlar da, yukarıda gördüğümüz resimdeki samimiyetten bir şeyler çıkarabilirler. 

Yine de bakalım.


STOCKHOLM SENDROMU NEDİR?


Stokholm sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyaloğu sürecinde oluşan duygusal anlamdaki sempati ve empati olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan terimdir.
Psikiyatr Nils Bejerot tarafından adlandırılan sendrom, ismini 1973 yılının Ağustos Ayı'nda, İsveç'in başkenti Stokholm'de yaşanan bir olaydan almaktadır. Banka soygucusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler ve nihayetinde onunla evlenir.
Stockholm sendromu birçok rehine olayında yaşanmıştır.
(Kaynak: Vikipedi)

FBI'ın Rehine Barikat Veritabanı Sistemi, rehin alma, saldırı vb olaylardaki kurbanların %8'inin Stockholm Sendromu belirtileri gösterdiklerini ortaya koyar. 

BANKA SOYGUNCUMUZ: JAN-ERİK OLSSON


Stockholm Sendromu
Jan-Erik Olsson - 1973
Jan-Erik Olsson, bugün 74 yaşında...
Şimdi Tayland'da sessiz sakin, suçtan uzak bir yaşam süren Olsson, 1973 yılında soymaya çalıştığı Stockholm'deki bankanın çalışanlarının kendisini korumak için büyük çaba sarf ettiklerini söyleyip, o gün yaşananları şöyle anlatıyor:




Polisin beni vurmaması için çok uğraştılar. Hatta tuvalete bile gitmediler. Polis onların tuvalette kalmasını istiyordu ama hepsi yanıma geri döndü. İlk başta elbette ki çok korkmuşlardı, ama sonra bu korkuları, karmaşık duygulara dönüştü."

Olay sırasında telefonla basına konuşan rehinelerden Kristin Enmark’ın, 
“Asıl korktuğum polis. Biz burada iyi vakit geçiriyoruz” demesi, ülkede şok etkisi yaratmıştı.

6 gün süren rehine krizi, 28 Ağustos'ta bankanın içine zehirli gaz verilmesi ile sonlanmış; teslim olan Olsson da, rehinelerin kendisi ile ilgili olumlu ifade vermesi üzerine 8 yıl hapis yatıp çıkmıştı. 


HANGİ DURUMLARDA ORTAYA ÇIKAR?

Uzmanlar, Stockholm Sendromu'nun temelinde "hayatta kalma içgüdüsü" olduğu konusunda hemfikirler.
Kurbanın içinde bulunduğu,
  • Hayati tehlikenin seviyesi
  • Dış dünyadan soyutlanmışlık
  • Bulunduğu yerden kaçamayacak halde olması ya da kaçamayacağına kanaat getirmesi ve
  • Saldırganın ona ara sıra dostça veya yakın davranması, ihtiyaçlarını karşılaması 
 vb durumlarda, bu sendromun ortaya çıkma ihtimali fazlasıyla artıyor. 

Başlarda, hayatta kalmak için tek şansının saldırganla aynı doğrultuda hareket etmek olduğunu düşünen kurbanlar, yukarıda saydığımız durumların da etkisiyle, bir süre sonra, saldırgana karşı pozitif, kurtarmaya çalışanlara karşı da negatif duygular geliştirebiliyorlar.
Akabinde, saldırganı savunup korumaya çalışmak, haklı çıkarmak ve kurtarılmamak için çabalamak gibi eylemler de görülebiliyor.

BİZİM STOCKHOLM SENDROMUMUZ

Bu sendromun anlamını genişleterek insanın kendisini zora sokan, üzen koşulları benimsemesi, savunması ve bu koşulları yaratan nedenleri görmemesi, kendisini ezenin yanında yer alması olarak da tanımlayabiliriz.


Stockholm Sendromu
Stockholm - 1973

Bu şekilde tanımlayınca sanırım "Bizim Stockholm Sendromumuz" daha net anlaşılıyor.

İyi Haber: Stockholm Sendromu'nun tedavisi mümkün.

Kötü Haber: Sendrom, olayın gerçekleşmesi ile aynı anda ortaya çıkıp yaşandığı için, sıra tedaviye geldiğinde, iş işten çoktan geçmiş oluyor...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siz ne dersiniz?